Saturday, December 15, 2007

Kapitalizmin Kökeni Tartışmaları ve Ellen Meiksins Wood

“Kapitalizm bir tarihsel sistem olarak ne zaman ve nerede başladı?” sorusu bugünü anlamak açısından kritik bir önemde. Bize perspektif sağlayacak açılımların bazı tartışmalar vesilesiyle bugünlere kadar gelmesi de söz konusu. Henri Pirenne’nin temellerini attığı nüve düzeyinde bir çıkış ile başlayan tartışmalar günümüze kadar ilerlemiş durumda. Bu yazıda benim asıl yapmaya çalışacağım şey ise bu sorunu tümüyle tartışmaktan ziyade Ellen Meiksins Wood’un tartışmaları özetleyen ve ciddi açılımlar getiren Kapitalizmin Kökeni isimli kitabına dair yapacağım birkaç saptamadan ve ilerlemeden ibaret. Wood’un çağımızın önemli marksist sosyal bilimcilerinden biri olduğunu da hatırlatalım. Uzunca bir süre Monthly Review dergisi editörleri arasında yer aldı. Halen de arada yazar. Ayrıca Negri ile girdiği ulus-devlet tartışmaları da halen güncelliğini korumakta.

Konuya girizgah olması bakımından Pirenne ile başlamak en iyisi. Tartışmalarda Pirenne’ye atfen yapılan hatta daha öncesinde de Smith’in belirttiği ticarileştirme modeli ön plandaydı. Burada kapitalizm aslında feodal unsurların çatlaklarından sızan bir ticari birikimin içerisine sokulmuştu. Pirenne bunu 11. yy.dan sonra Akdeniz’in müslüman istilasından kurtarılması neticesinde Avrupa genelinde artan ticari faaliyetin sonucu olarak feodal kentlerin yanında kurulan görece özgür bir mübadele ekonomisinin hakim olduğu ticaret kentlerinin içerisine sokar. Bu durum bu kentsel yapıyı kapitalizmin mikro ölçeğine sıkıştırmak demektir. Bu durumda çok açıktır ki ticari burjuvazi ve kapitalist aynı unsurlar olarak kabul edilmektedir. Bu ikisinin aynılığı tüm bu teorik çerçevede birer önkabuldür. Bu anlamda sadece kapitalizmin embriyonu önkabulünü içerisinde barındıran ticari sermaye birikiminin feodalizmin çözülmesiyle önündeki engeller kalkmıştır ve bu bağlamda kapitalizm bu tarih üstü önkabul sayesinde doğallaştırılmıştır. Aynı mesele Smith’de salt mübadeleye indirgenerek gerçekleşir. Karşılıklı mübadelenin insanın doğal bir eğilimi olarak kabul edilmesine bağlanır iş bölümü ve manifaktür. Sonuç olarak bu ticarileştirme modelleri marksist literatürün içerisinde de hakimdir ki şu meşhur Dobb-Sweezy tartışmaları bunu gösterir niteliktedir. Wood kitabında tüm bunlardan bahsediyor ki bence gayet iyi bir özet geçiyor bu bakımdan. Fakat Dobb-Sweezy tartışmalarının ardından Robert Brenner’in Past and Present dergisinde 1976 yılında yayımlanan “Agrarian Class Structure and Economic Development in Pre-Industrial Europe” (Sanayi Öncesi Avrupa’da Tarımsal Sınıf Yapısı ve Ekonomik Gelişme) isimli makalesi kapitalizmi doğallaştıran ve tarih üstü bir konuma yerleştiren ticari modellere ciddi eleştiriler yüklüyor ve bu yaklaşım Wood’un kitabında açıklamaya çalıştığı zemini teşkil ediyor. Bu arada Brenner’in feodalizmden kapitalizme geçiş tartışmalarının ikinci raundunu başlattığını ki yine literatürde yeri büyük olan bu tartışmaların The Brenner Debate isimli kitapta toplandığını belirtelim.

Wood kitapta ayrıca Marx’ın gençlik dönemi eserleri olan Alman İdeolojisi ve Komünist Manifesto ile olgunluk dönemi eserleri olan Grundrisse ve Kapital arasındaki farka değiniyor. Alman İdeolojisi’nde ve Manifesto’da Marx’ın ticari burjuvazinin feodalizmin prangalarından kurtulmasına verdiği öncelik okuyanlar için neredeyse açıktır. Fakat yine bununla birlikte belirtmemiz gerekir ki tarihsel materyalizmin ilk ve en kaba biçimdeki ifadesini de ilk olarak Alman İdeolojisi’nde görürüz ki bu yapıtın temel sorunsalı genç Hegelcilerin maddi düzleminden kopuk idealist görüşlerinin eleştirisidir
[1]. Gelgelelim bu görüşten bir kopuş bağlamında değerlendirilebilecek olan Grundrisse ve Kapital’de sermaye ısrarla bir toplumsal bir ilişki olarak tanımlanır. Ve her toplumsal ilişki gibi tarihseldir. Wood bir marksist olarak bu kanalı takip etmiş ve gerçekten marksist yöntem olarak ifade edebileceğimiz bir biçimde kapitalizmi ve onunla birlikte ortaya çıkan burjuva rasyonalizmi olgusunun kökenini belli bir tarihsel durağa yerleştirmiştir. Dolayısıyla kapitalizm tarihin belirli bir anında belli koşulların bir araya gelmesiyle belli bir coğrafyada tesadüfen ortaya çıkmıştır ona göre. Hatta Dobb’un Sweezy’e karşı önceliği kırsal kesime atfetmesini ciddi bir ilerleme kabul etmiştir. Fakat Dobb’un da topu kırsala atmasının yanında sınıf çelişkilerine tanıdığı önceliği küçük meta üretimi olgusuna bağlaması söz konusu. Kapitalizm ise Dobb’a göre küçük meta üretiminin ilerlemesi ve sermayenin temerküzü ile birlikte ortaya çıkmış ve yayılmıştır. Fakat Wood kitabında küçük meta üretimi ve kitlesel mülksüzlüğün sürüklediği kapitalizmin arasındaki farkın salt niceliksel olmadığını, niteliksel bir farkın da olduğunun altını çiziyor.

Kitaptaki çok önemli bir nokta da prekapitalist piyasa ile kapitalist piyasa arasındaki farka vurgu yapması. Kapitalist piyasaları, kapitalizm öncesi piyasaların salt ticari kara yani ucuza alıp pahalıya satma anlamına gelen temlik karına dönük fırsatçı niteliği ile değil, emek üretkenliğini artırmak baskısıyla üretim yöntemlerini dönüştüren rekabetçi zorunluluklar içeren niteliği ile tanımlıyor. Bu vurgusu bence çok önemli olmakla birlikte birçok özgül koşulun zorunluluk olarak piyasaya geçişin İngiltere’de gerçekleşmesi anlamında İngiltere düzlemine de rahatlıkla oturtulabilmesi anlamında da önemli. Kitapta buna da ciddi bir bölüm ayrılmış. Bir de kapitalist piyasanın zorunluluk olarak tüm sınıfları üretim ilişkileri çerçevesinde kendi mantığına tabi kılmasına paralel olarak düşünce tarihindeki derin dönüşümleri de inceliyor. İngiltere özelinde tarımsal kapitalizasyon sürecinde temlik karının yanında (merkantil mantık da diyebiliriz) üretim yöntemlerinin dönüşümünün zorunluluğu Locke’un mülkiyet teorisinde yer buluyor. Bu konu bence emperyalizmin meşruiyeti açısından önemli olduğundan kitaptan alıntılamak yerinde olacaktır.

“Öyle görünüyor ki, Locke’ye göre mesele, bu türden emek faaliyetinden daha çok emeğin karlı kullanımıyla ilgilidir. Örneğin, Amerika’daki acre’ın değerini hesaplarken yerlinin çabasından ve emeğinin maliyetinden söz etmez, ama yerlinin bir kar elde edememesinden söz eder. Diğer bir ifadeyle, mesele bir insanın emeği değil, ama mülkün üretkenliği, onun değişim değeri ve ticari kara uygulanışıdır.” (sf. 123)

Locke’a göre bir toprak parçasına sahip olmanın tek koşulu onu emeği ile ekip biçmesidir. Kısaca toprağı emeği ile doğal halinden çıkardığında toprak onun doğal mülkiyeti haline gelir der, fakat kitabına başlarken “Tanrı dünyayı insanlara ortak olarak verdi” demeyi de ihmal etmez. Tüm çabası buradan bireysel özel mülkiyete nasıl varacağını tartışmaktan ibarettir. Fakat burada toprağı işleme argümanı Wood’un üzerinde ısrarla durduğu gibi ıslah üzerinden şekillenir. Toprağın karlı hale getirileceği özel mülkiyetin ortak mülkiyete üstün geleceğini işler. Tabi verimlilik ve ıslah ideolojisi çerçevesinde (burjuva rasyonalizmi de desek yanlış olmaz herhalde). Buradan da toprağı daha verimli işleyenin bireysel mülkiyet hakkının meşruiyeti fikrine varır.

“Bunun, sadece yerli üretim ilişkileri için değil, ama göreceğimiz gibi, mülklere sömürgeci elkoymanın haklı çıkarılması açısından da çıkarımları vardı.” (sf. 123)

Yine uzun bir alıntı yapalım,

“Ünlü ve çok tartışılan bir pasajda Locke, ‘Atımın ısırdığı ot, Uşağımın kestiği Çim, ve başkalarıyla ortak biçimde hakkımın olduğu herhangi bir yerde kazdığım Maden, Mülkiyetim olur...’ diye yazar. Bu pasaj ve Locke’in ücretli emek görüşüyle (çimi kesen uşağın emeği) ilgili çok şey yazılıp çizildi. Ama pasajla ilgili gerçekten çarpıcı olan şey, Locke’nin ‘Uşağımın kestiği Çim’i ‘Kazdığım Maden’ ile eşdeğer olarak ele almasıdır. Bu, benim, efendinin uşağımın emeğine el koymam değil, ama bu el koymanın ilkesel olarak, uşağın çalışma faliyetinden farklı olmaması anlamına gelir. Kendi kazışım, bütün niyet ve amaçlara rağmen uşağımın kestiklerine el koymamla aynıdır. Önemli olan nokta daha ziyade toprağını üretken kullanıma sokan, bir başkasının emeğiyle de olsa onu ıslah eden toprak sahibinin en az emek sarf eden uşak kadar – belki de ondan daha fazla – çalışkan olmasıdır.” (sf. 124)

Burada açık bir şekilde Locke ve özel mülkiyetçilerin içinden çıkamayacakları epey zorlu bir sorun vardır. Ancak bu durum kapitalist üretim ilişkilerinin ve hızla dönüşen mülkiyet biçiminin olumlanması anlamında ıslah nosyonunun ve piyasanın kar saikinin zorladığı rasyonalitenin zorunlu bir sonucudur. Yeni bir mantıktır.

Kitapla ilgili daha fazla ilerlemeyeyim ancak son bölümlerde kapitalizm-ulus devlet ve modernite-postmodernite tartışmasını yaptığını belirteyim. Son olarak eklemek gerekirse kitabı çeviren A. Cevdet Aşkın da gayet iyi bir işe imza atmış. Son zamanlarda okuduğum ve içerisinde doyurucu tartışmaların yapıldığı ve serildiği iyi bir kitap Kapitalizmin Kökeni. Buradan tartışabileceğimiz epey önerme çıkartabileceğimiz kesin.

****************************

[1] Yeri gelmişken belirtelim bu kitabın Sol Yayınları tarafından yapılan Türkçe çevirisinde orjinalinde olan ve Max Stirner’ın eleştirisine ayrılan uzunca bir kısım yoktur.

1 comment: