Wednesday, September 19, 2007

Apolitik Siyaset veya Burjuva Demokrasisi

Günümüzde siyasal alana dair yapılan analizlerde dikkat çekilebilecek bir unsur, siyasal olan ve ekonomik olan ayırımı. Bu ayırımın bu kadar net yapılabilirliğini liberal paradigmanın hakimiyetine bağlamak olası. Bu biçim sola da ucundan kıyısından sirayet etmiş durumda. Söylemde hakimiyet kuran bu biçim maddi zeminde de işlevini yerine getirmekte. Siyasal alanın geniş kitlelere dayanmasının önünü tıkayan bir tıkaç olmasının yanında bu alanı daraltıcı bir işlevselliğe de sahip politika yapma biçimlerinin üretim ilişkilerinin günümüzde geldiği aşamanın bir sonucu olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.

Netice itibariyle söylemler düzeyinde şekillenen ve sembollerle kitlelere seslenişin ve bu sembollerin yeniden sürekli olarak siyasal sahneye çıkışının ve bu sembollerin çatışmasının farklı sınıfsal-grupsal çatışmalarının bir görüngüsü olduğunu ifade edebiliriz. Bu bağlamda ekonomik olan ile siyasal olan zaten birbirine girmiş vaziyette ve bu kodların acilen deşifre edilmesi gerekliliği kendisini hissettirmektedir. İktisatçıların tam da bir ikiyüzlülük örneğiyle sürekli dile getirdikleri siyasetin ekonomiye müdahale etmemesinin “gerekliliği” aslında siyasal alanın sürekli olarak geniş kitlelere kapatılması anlamını taşıyor. Ekonomik olan piyasaya sıkıştırıldığı ölçüde burjuva parlamenter demokrasisinin ne menem bir demokrasi olacağı gözümüzde rahatlıkla canlanabilir ve hatta sivil anayasa çalışmalarına bu gözlükten de bakabiliriz. Seçim öncesinde bilinçdışına hitab eden kodlar kişileri sınıfsal dayanaklarından kopardığı ölçüde kendi gerçekliğinden soyutluyor ve kendi gerçekliği ölçüsünde siyasal alana dahlini olanaksız kılıyor. Sınıfsal ilişkilerin odağında yer alan bir piyasa sürecinin kendine has bir takım kurallarla işlemesi veya işlevsellik kazanması, yaratılan bu kodların bir takım çatışmalar vesilesiyle iktidarın yeniden üretilmesine bir gereksinmedir. Bu çatışma düzeyi ve ilişkisi, sistemin de yeniden üretiminin başat bir unsurudur aslında. Bu bağlamda sınıfsal ilişkiler bu kodlamalardan bağımsız değildir çatışmayı ve sistemi yeniden ürettiği ölçüde.

Fakat insanların gündelik hayatlarında siyasete katılımı bu simgesel ve kodsal düzeyde oluyor ki işin can damarı da zannedersem burası. Fakat bu simgesel düzlemden maddi zemine dair açıklamalar o kadar da net yapılamıyor. Yani ikisinin arasındaki ilişkinin biçimine dair kurgular zaman zaman çelişebiliyor. Açıkçası benim psikanalize ihtiyaç duyduğum nokta tam da bu bilinçdışına dair noktalar. Resmi ideolojinin yaratabildiği zihinsel tahrifatın ve sınıfsal zeminden kopartılan insanın gerçekliğine dair içeriğinin orada bulunabileceğini düşünüyorum. Her neyse.

Yukarıda da ifade ettiğim ekonomi-siyaset söylem bazındaki ayrışmasının bizleri getirdiği nokta ve işlevi belli. Maddi süreç içerisindeki rolü belli bir durum bu. Bu durumda iktisadi alan hızla politikleştirilecek sermayenin organik aydınlarının söylemlerinin tersine, politikleştirilmeli.

Var olan demokrasinin bu biçimi ki burjuva demokrasisi diyebiliriz rahatlıkla, kendi gerçekliği ölçüsünde siyasal alana dahli olanaksız kılıyor dedik. Zaten yaratılan kodlar düzeyinde siyaset yapıldığı için emekçilerin, çalışanların mücadelesi daha baştan kaybediliyor her seferinde. Ancak hazır aklıma gelmişken hatırlatmak gerekir ki bu semboller dünyasını salt sınıfsal gerçekliklere indirgemek de bana pek olası gelmiyor. İktidar odaklarının simgesel dünyaya ciddi bir etkide bulunduğu ise reddedilemeyecek bir gerçeklik. Asıl zorluk ise bu noktada. Simgesel düzlemde yaratılan yapay siyaset biçimlerinin etkisi ortada iken sınıfsal siyasetin etkinliği nasıl sağlanacak? Kitle iletişim araçlarının önü alınamaz yükselişi teknikle birlikte iktidar aygıtını da sürekli büyütüyor ve büyüttüğü ölçüde de semboller dünyasını genişletiyor ve daha da rahat kullanılabilir bir alan yaratıyor kendisine. Bu genişleme ölçüsünde bahsini ettiğimiz geniş kitlelerin siyasal alanda etkinlikleri de daralıyor.

Eskiden sadece Kemalizme dair geliştirebileceğimiz kendine has geç kapitalistleşmiş burjuva demokrasi biçimi bugün daha çok kitaba uymaya başlayan burjuva biçimiyle başka bir şekil alıyor. Fakat öz olarak birşeylerin değiştiğini söyleyemeyiz. Siyasal alan yine birçok kesime fazlasıyla kapalı. Maddi gerçekliklerin siyasal gerçekliklerle örtüşmediği yerde dillere pelesenk olan bireysel haklar da esasında hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü kitleler bu haklarını kullanacak maddi koşullara ve araçlara sahip değil.[1] Süreçle birlikte giderek daha çok daralan siyasal alan ile birlikte bunun mümkünlük koşulları da daralıyor.[2] Belirli kodlarla siyaset yapma pratiğinin ne tür bir karşılama biçimiyle geri çevrilmesi sorunu da belleğimi fazlasıyla meşgul ediyor. Belki buradan yaklaşmak taktiksel gelebilir ama bir o kadar da gündelik yaşamımıza kadar giren pratiğin bir yansımasını ve uzantısını oluşturan bir siyaset biçiminin parçası bu durum, dahası mevcut sistemin koşullandırdığı bir zemin diyelim, bir nevi siyaset yapmanın koşulu. Televizyonlar ve kitle iletişiminin geldiği aşama sadece iş zamanının kontrolüne dönük değil, boş zamanın kontrolüne dönük taraflarıyla da siyaset yapma biçiminin bir parçası. Televizyonlarda her daim oynatılan şeyler sadece ahlaki kodlamaları yeniden üretmekle kalmıyor aynı zamanda da siyasal alanda çatışmayı yeniden üretecek kodları da bizlere veriyor. Bu durum da iktidar aygıtının bu çatışma üzerinden yeniden üretilmesi ve büyümesi sonucunu doğuruyor. Şimdi siyasal olan ile ekonomik olanı ayırmanın güdük bir söylem olduğu bir gerçektir artık. Fazla ciddiye almaya bile gerek yok. Neticede bu durumu üreten bir maddi gerçeklik siyasal olanla birliktedir, onunla anlamlıdır, hatta bu ayırımın kendisinin anlamsız olduğu iddiasını da olgunlukla karşılarım. Bu ilişkiler setinden bir kısmını çekip buna ekonomik diyemeyiz. Bu işin bir kısmı tabii ki.

Haydi şimdi de bu anlatım üzerinden sivil anayasa tartışmalarına bakalım isterseniz. Ne göreceğiz dersiniz?[3]
************************

[1] Bu konuda daha önce yazmış olduğum bir yazı için bkz. “Bireysel Haklar ve Kapitalizm: Düşman Kardeşler”, 29 Aralık 2006.
[2] Yeri gelmişken belirtelim, tam da bu nokta ekseninde kesinlikle okunması gereken bir başka makale için bkz. Fuat Ercan, “Daralan Alanda Paslaşmalar: Siyasal Olan ve Siyasal Alan Üzerine Düşünceler”, İktisat Dergisi, Temmuz 2007, Sayı: 487.
[3] Yazının birçok noktaya aynı anda değinmeye çalışan karmaşık üslubu için sadece bir özür dilemek gelir içimden. Maksat birçok noktayı tartışmaya açmak ve derinleştirmektir nihayetinde.

Paris Komününe Bin Selam

Tolga bizi mimlemiş. Paris Komünü kodlu olarak, yani en yakınımızdaki kitabın 187. sayfasının 1. cümlesini yazmamız gerekiyor. Benimde bahtıma bu aralar henüz yeni okumaya başladığım "İtalya'da Radikal Düşünce ve Kurucu Politika" isimli Harry Cleaver hariç gerisi İtalyan olan otonomist marksistlerin derlemesi çıktı. En yakınımdaki kitap buydu. Gerçi kitaplar bilgisayarın yanında üst üsteydi fakat bu kitap en üstte yer alıyordu. Neyse sözü uzatmayalım ve 187. sayfanın ilk cümlesine sözü verelim;

"Oidipus mitinde Oidipus'un bedeni ve arzuları bireyin özgür iradesinin, otonomisiyle beraber bilgi ve irade arasındaki ilişkinin oluşumuna önemli olçüde katkıda bulunur."

Yukarıdaki satırlar kitap içerisinde Alisa Del Re'nin yine kitabın 187. sayfasında başlayan "Kadınlar ve Refah: Jocasta Nerede?" başlıklı yazısının ilk cümlesi. Tolga mimledi ama tam da ona göre bir cümleyle karşısına çıktım. Belki bu cümleyle iştahlanıp kitabı okumak isteyenler çıkabilir. Belki de cümleyi Paris Komününe bağlayanlar çıkabilir. Bence bu sonuncu durum pekala olası! Tam da Paris Komününe dair bir yerlerden gelen bir cümle!

Paris Komününe Bin Selam...