Tuesday, August 21, 2007

Eşcinsellik Tartışmaları

“Ellerim: Bana maddeleri bildiren, ama onları benden sonsuzluğa dek ayıran o aşılması, yok edilmesi olanaksız mesafe. Ben hiçbir şey değildim, hiçbir şeyim yok benim. Işık kadar dünyaya bağlı, onun kadar dünyadan ayrılması zor bir varlık: Ama sürülmüş, taşların ve suyun yüzünde kayan ışık gibi yalnız ve sürülmüş, ne var ki, beni hiçbir şey, asla bir yerlere getirip bırakmıyor ya da kum gibi yığılmıyor bir sahile. Dışarı. Dışarı. Dünyanın dışında, geçmişin dışında, benim dışımda; özgürlük bir sürgündür ve ben özgür olmaya mahkumum.”
[Jean-Paul Sartre / Yaşanmayan Zaman]

Eşcinsellik arada sırada bir vurkaç edasıyla bloglarda tartışılıyor. Bu tartışmalara girmemeyi tercih ediyordum ancak bazı tanımlamalar ve çizilen sınır çizgileri dikkatimi çekti ve tartışmanın daha eleştirel bir çözümlemesini yapma gereği duydum. Eleştirellik tartışmayı sınırlayan ve ufku daraltan bazı sistemsel sebepler üzerinden tartışmayı reddeden bir perspektifi zorunlu kılıyor. Tartışmayı yönlendiren en önemli sorun ise içine doğduğumuz ve bizleri koşullandıran düşünüş biçimlerinin mutlak ilan edilmesi ve çerçevesinin bu eksende çizilmesi. Önce varoluşa dair bir tartışma yapmak gerekli görülüyor. Neticede farklı varoluşsal tanımlamalara açık olmak bir özgürlük sorunudur.

Varoluşun sıkıntılı bir süreç olduğu malumumuz. Varoluşumuz bizler tarafından çeşitli faktörler ekseninde tanımlanır. Şimdilik bu tartışmayı genelde bu şekilde yönlendirmeyi sevdiklerinden, itiraz hakkı saklı olmakla birlikte varoluşu iki bileşene ayırmayı tercih ediyorum. Birinci ayrım noktasını varoluşun öze dair bileşeni olarak koyalım. Bu öze dair bileşene biyolojik unsurlar ile duygusal bir takım eğilimleri de yerleştirelim (örneğin yine tartışma hakkı saklı olmakla birlikte saldırganlık eğilimi). İkinci ayırım noktası olarak da çevresel ve tarihsel unsurları yerleştirelim. Ancak burada önemli bir noktayı şerh düşmek gerekiyor. İnsanın özüne ve doğasına dair bir önermeler silsilesi de ideolojinin kendisinden bağımsız değildir. Neticede doğallık varsayımı ideolojik bir kör noktayı da barındırıyor. Ayrıca bunu aşsak dahi bir ikinci sorun da doğanın herhangi bir gerekçe ile başvurabileceğimiz bir üst mahkeme olamayacak olmasıdır.

Ayırımımızı tanımladık. Bir öncül olarak da eşcinselliğin ciddi bir kimlik ve varoluş krizinin belirtisi olduğu söylenir. Fakat böyle bir krizin temelinde neden bir materyalizm veya salt “eşcinselik” aranır, orası hep açıktadır. Halbuki varoluşun kendisi, her türlü varoluşsal durumun aslında bir sorun, bir arayış içerdiğini öngerektirir. Varoluşun kendisi bir sorun, bir arayış ve bir krizdir. Kendini bulmak noktasal bir süreç değildir. Bunu en iyi Edward Said’in yürüttüğü entelektüellik tartışmalarında bulabiliriz. Entelektüel’in varoluşunu bir yalnızlık, bir evsizlik olarak tanımlar Said. Aslen tam bir varoluşsal kasıntı durumu.

Şimdi varoluşumuzu tanımladığımız, aslında herhangi bir insanal özelliği, öze veya çevresel-tarihsel kategorilerden hangisine dahil edeceğimizin ideolojik bir sorunsal olduğu noktada yine de tartışmayı buradan yürüttüğümüzü farzedelim. Zaten ideolojiden hiçbir şekilde kurtulamayız. Eşcinsellik birinci veya ikinci kategoriye dahil olsa bile bunlardan hangisinin “hastalık” olarak tanımlanacağını belirleyecek kerameti kendinden menkul ölçütümüz nedir? Yani bir blog sitesinde hedonizmden kuvvet alan bir eşcinselliğin mazur gösterilip diğerlerinin mazur gösterilmemesi aslında bahsini ettiğim bu ikili ayırımdan kök alıyor[1]. Eğer birinciye (öze) dahil ise “hastalık” olarak isimlendiriliyor ve sapkınlık olarak da nitelendiriliyor. Tabii ki kendini ilgilendiren ideolojik gerekçeleri olduğunu tarafımdan saklı tutarak. Fakat eğer çok da rahat olarak varoluşa dahil olarak ele alabileceğimiz bir öğeyi neden sapkınlık olarak nitelememiz gerektiği ister istemez sorulacaktır. Doğal durum söylemi yukarıda da ifade ettiğim gibi yetersizdir. Neticede bahsi geçen yazıdaki gerekçeler veri normların kabulü ve doğallık ideolojisinden destek alıyor. Halbuki belirttiğim üzere iki öğe de varoluşumuza dair.

Sapkınlık veya “normal” durumun tanımlanması ve dışında kalana “anormal” ve dolayısı ile ıslah edilmesi gereken azınlıklar gözüyle bakılmasının tarihini iktidar ilişkilerinde aramamız gerekiyor. Burada veri bir sistem ve normların içerisine doğduğumuz ve onları veri kabul ederek yüzeysel bir sorgulama mekanizmasına giriştiğimiz açık[2]. Neticede mevcut iktisadi ve siyasal aygıtın ekseninde tanımlanan bir tanım-kavram “normal”. İktisadi ve siyasal aygıtın bir toplumsal ilişkiyi belirttiğini belirteyim. Onun üzerinden yükselen normların ve kurumların tanımladığı biçimden hareketle bir tanımlamaya gidiliyor. Dolayısı ile toplumun bütün bireylerinin bu aygıtın bir tarafında konumlandığı ve bu aygıtın yeniden üretiminin baz alındığı bir ideolojik çerçeveden hareket etmenin gerekliliğini sorgulamaya kadar gelip dayanıyoruz. Bu tip bir sorgulamama olgusuna kenetlenmiş, yani yabancılaşmış biçim üzerinden temellenen sorgulama zincirinin meşruiyetinin kaynağı nedir? Cevap açık: Yine kendisi. Dolayısı ile bu kavramdan (normal) hareket etmemiz ciddi derecede sınırlamalara götürüyor bizi.

Bu bakımdan entelektüelleri de toplumun “hastaları” olarak görebiliriz. Gerçi bahsi geçen yazıda öze dair olanlar hastalık olarak adlandırılıyor ancak onun da varoluşa dair olduğu ister istemez kabul edilemez oluyor. Toplumun geneli, toplumsal olan veya doğanın kendisi başvuracağımız herhangi bir üst mahkemeyi oluşturamaz. Bu konuda başvurabileceğimiz yegane gerekçe kişinin varoluşudur ve bunu da ancak kendisi tanımlayabilir. Bu bir özgürlük sorunudur. Bu özgürlük sorununun bahsini ettiğim iktisadi ve siyasal aygıttan kökünü aldığının da üstüne basa basa duruyorum. Deliler, eşcinseller, entelektüeller...
*************

[1] T. Suat Demren, “Eşcinsellik”, Dusunceler.Org, 20 Ağustos 2007.
[2] Yukarıdaki yaptığım tartışmayı destekleyecek nitelikte ve farklılık-aynılık ikilemini tartışan ve okunmasını tavsiye ettiğim bir yazı olarak bkz. “Eşcinsellik Üzerine Bir Deneme: Hepimiz Ermeniyiz ama Hangimiz Eşcinsel?”, http://budalaca.blogspot.com, 14 Nisan 2007.

Güncelleme [24 Ağustos 2007]
Eşcinsellik tartışmalarına Çarpım Tablosu'ndan Tolga'da katıldı. Kendi çözümlemesiyle de ufkumuzu açmış oldu. Genel olarak psikanalitik bir bakışın yanında benim de üstünde durduğum "aklın araçlaşması" olgusunu da çözümlemesinde önemli bir yere yerleştirmiş. Yazıya şuradan ulaşabilirsiniz.

No comments:

Post a Comment